Hafta sonu Bursa’ya kaçalım…
Benim gibi havalar ısınmaya başladığında yerinde duramayanlardansanız size hafta sonu için hem yakın hem keyifli bir rota… Bursa
Cumartesi sabahı erkenden atladık arabaya düştük Bursa yollarına… Feribot mu Osmangazi köprüsü mü tartışmaları sonrasında vakit kaybetmeyip hızla kahvaltıya kavuşmak için köprüyü tercih ettik. Şahsen o kadar para vermeyi içim sindirmese de çok ciddi zaman kazandırdığı kesin, ah keşke 90 değil 60 TL olsa da daha çok kişi kullanabilse çünkü gerçekten o kadar yatırıma yazık bir cumartesi sabah geçen sadece 3 – 5 araç 🙁
Yıllardır aklımda olan bir türlü gidemediğim Cumalıkızık köyüne yaklaşık 2 saat süren bir yolculuk sonrasında ulaşıyoruz ama köyün girişinde tur otobüslerinin kalabalığı bizi küçük bir şok ve hayal kırıklığına sokuyor. Tavsiye aldığımız 2 3 kahvaltı mekanı arasından en yakın bulduğumuza giriyoruz zira açlık artık dayanılmaz noktaya ulaştı 🙂 Kahvaltı beklentilerini yüksek tutmayın kahvaltı standart neyse ki fiyatlarda standart 🙂 Reçeller genelde ev yapımı o yüzden reçellere mide de yer ayırın.
Karnımız doyduğuna göre artık keyifle dolaşmaya başlayabiliriz. Mavi mor sarı renklere bürünmüş kerpiç, tahta, taş binaların arasında taş döşemeli dar yollardan fotoğraf molaları vererek keyifle dolaşabilirsiniz. Unesco tarafından Dünya miras listesine alınan bu köyde evler aslına uygun restore edildiği için kendinizi bambaşka bir yerde hissetmenize sebep oluyor.
Unesco Proje uygulama evi; Küpeli Ev köyde içini gezebileceğiniz tek yer… 5 TL ücretle gezip üzerine de bir ahududu suyu içmenizi öneririm.
Köyün içinde dolaşırken tesadüfen gördüğümüz tek kişilik daracık bir yol olan Cin aralığı fotoğraf çekmek için herkesin tercih ettiği bir yer olmuş.
Kahvaltı sonrası bütün köyü 2 saatte gezmek bizi kesmeyince Misi köyüne de gitmeye karar verdik. Yaklaşık yarım saatlik bir yolculukla Misi’ye bugünkü adıyla Gümüştepe Mahallesine varıyoruz. Misi içinden dere geçen insana huzur veren bir köy, tıpkı Cumalıkızık gibi eski renkli taş binaların arasında dolaştıktan sonra kahvelerimizi dere boyunca sağlı sollu yerleşmiş olan çay bahçesinde alıyoruz. Etrafın yeşilliği, rengarenk çiçeklerin göz alıcılığı, akan suyun sesinin verdiği huzurla insanın oturduğu yerden kalkası gelmiyor.
Buraya kadar gelmişken Kozahan’ı ve Ulu Cami’yi de görmeden olmaz diyerek yine düştük yola… Arabayı yakın bir otoparka bırakıp yürümeyi tercih ettik zira Bursa merkezi ve çevresinin hem insan hem araç trafiği neredeyse İstanbul gibi…
Kozahan; 1941 yılında yapılan ortasında bir mescit ve şadırvan bulunan iki katlı bir han, üst katlarda genellikle ipek ürünler satan mağazalar alt katta ise kafeler bulunuyor. Tahinin içine girdiği her şeyi sevenlerdenseniz meşhur Tahinli pide ile çayınızı keyifle yudumlayacağınız bir yer…
Ulu Cami; yapımı 1396 yılında başlayıp 1399 yılında tamamlanan gerçekten adı gibi ulu, görkemli bir cami… İç duvarlarında ve minberdeki motif ve işlemeler ihtişamlı, özellikle bir duvarında ucunda lale motifi olan Arapça Vav harfinin önünde Hızır Aleyhisselam’ın namaz kıldığı rivayet edilir bu sebeple namaz kılmak için gelenlerin tercih ettiği bir yer olmuş.
Benim gibi o bölgeye özgü yemeği en hakkını veren yerde yemeyi tercih edenlerdenseniz her Bursa gidişimde mutlaka uğradığım ( maalesef bu gidişler ancak 2 3 yılda bir olabiliyor ) Cemal Cemil Usta Uludağ Kebapçısı en doğru adres. İlk açılan restoran eski garaj olarak geçiyor evet kapısında her zaman sıra olur ama bence beklemeye değer
Yoğun geçen bir günün ardından geceyi geçireceğimiz Tirilye’ye doğru yola çıkıyoruz. Akşam saatlerinde vardığımız bu küçük sahil kasabasında sahil boyunca şirin balık restoranları bulunuyor ama biz o kadar tokuz ki bu akşam sadece sahilde dolaşmayı tercih ediyoruz.
Sabah gözlerini denize açmak ve kokusunu içine çekmek isteyenlerdenseniz Trilyalı butik otel veya Montana oteli konaklama için tercih edebilirsiniz. Sakin ve keyifli geçecek bir güne daha güzel bir başlangıç olamaz 🙂
Küçük bir sahil yürüyüşü yaptıktan sonra kahvaltı etmek için koyu tepeden gören Tarihi Trilye Çamlı kahveye çıkıyoruz. Harika manzara eşliğinde kahvaltı ve kahve keyfimizi yapıp bu küçük kasabayı dolaşmaya çıkıyoruz.
* Nisan Mayıs aylarında giderseniz çok sorun yaşamazsınız ama sezonda hafta sonları bu mekanın ciddi kalabalık olduğunu belirtmeden geçmeyeyim…
Kurulduğu dönemde papaz okulu olarak kullanılan Taş Mektep, biraz bakımsız ve yıpranmış olsa da tarihi dokusunu koruyan Kemerli kilise, eski bir kilise olan Dündar Evi, meydanda bulunan Çınar ağacı etrafındaki eski evler ve sevimli dükkanları dolaştıktan sonra bu şirin sahil kasabasından ayrılıyoruz.
Henüz İstanbul’a dönmek için erken olduğuna karar verip direksiyonu Gölyazıya çeviriyoruz. Yaklaşık 45 dakika bir yolculukla Gölyazı’ya ulaşıyoruz.
Gölyazı tıpkı Trilye gibi eski bir rum köyü, mübadeleye kadar rumlar yaşamış mübadele döneminde ise Selanik’ten göç edenlerin bir kısmı buraya yerleşmiş. Arabamızı park edip bu eski binalar arasında ve göl çevresini takip ederek yürümeyi tercih ediyoruz. Göl etrafında yürürken gördüğümüz Faik Bey konağında bir kahve molası veriyoruz. Butik bir pansiyon ve restoran olan konak, manzarası dekorasyonu ile oldukça keyifli bir yer…
Yaklaşık 2 saat süren keyifli gezimizin ardından göl kenarında gözümüze keyifli gelen ilk restorana oturup güzel bir balık yedikten sonra İstanbul’a doğru yola çıkıyoruz.
Tarihle, doğayla, huzurla, keyifle bir hafta sonu geçirmenin verdiği mutluluk ve motivasyonla şehrimize dönüyoruz.
Comments